Geçen gün kaybetmişiz. Çok çok üzüldüm...
Hürriyet’in efsanevi savaş muhabiri ve Londra Temsilcisi Faruk Zabcı’nın ardından yazı yazmak konusunda diğer gazeteci ağabey ve ablalarım kadar yetkili miyim, bilemedim ilk başta.
Mustafa Kemal Erdemol, Faruk Eskioğlu, Mihrişah Safa, Nevsal Elevli, Mustafa Köker, Halil Yetkinoğlu ve daha nice hayatına dokunduğu meslektaşlarım kadar anı biriktirmemişimdir diye düşündüm. Sonra Faruk Abi ile yaşadıklarımı bir bir hatırladıkça, Londra’da gazetecilik yaptığım o dört yıl süresince hatırı sayılır bir teşriki mesaim olduğunu ve Faruk Zabcı ile haberciliğin bir nevi delilik olduğunu öğrenecek kadar da yakın çalıştığımı anımsadım.
Mesela yıl 2003... Kenneth Okeefe diye eski bir Amerikan askeri, peşine taktığı onun gibi bir sürü zır deli ile ‘Canlı Kalkanlar Hareketi’ni oluşturmuştu. O dönemin önemli haberlerinden biriydi. O Keefe, arkadaşları ile Bağdat’a gidecek, elektrik santrali, silah fabrikaları gibi stratejik noktalara konuşlanacak ve Müttefiklerin İkinci Körfez Savaşı başlatacakları bombardımanı Batılı Canlı Kalkanlar olarak engelleyeceklerdi.
Konvoy Londra’dan hareket edecek, Avrupa’yı boydan boya kat edecek, yolda katılanlarla, Türkiye üzerinden Irak’a gidip, stratejik noktalara dağılıp, müttefiklerin bombalamasını önleyeceklerdi. Ben bu haberi ilgiyle takip ederken, Faruk Abi beni telefonla aradı.
Önce ne kadar potansiyeli yüksek bir gazeteci olduğumla ilgili beni övüp bir miktar gaza getirdi sonra da, “Canlı Kalkanlarla birlikte Bağdat’a gideceğim. Sen de benimle geliyorsun” dedi.
Yirmili yaşlarımın sonundaydım. Kanım deli akıyor, gazetecilikle dünyayı değiştirebileceğimi zannediyor ve her genç gazeteci gibi savaş muhabiri olmak için can atıyordum. Faruk Zabcı gibi bu konuda kendini ispatlamış birisi beni ekibine dahil etmek istiyor, hem orada dünyanın takip edeceği haberleri yapacağız, hem de İngiliz medyasındaki bağlantılarım sayesinde o haberi, fotoğraf ve görüntüleri satıp deli para kazanacağız. Düşen ilk bomba görüntüsünü çekip satacağız. Paranın dibine vuracağız. Plan buydu...
Çok mutluydum... O kadar mutuydum ki, Faruk Zabcı’nın beni Bağdat’a götüreceği ve batılı müttefiklerin bombalama ihtimali en yüksek hedeflerin yakınında ya da içinde bekleyeceğimiz ve kuvvetle muhtemel öleceğimizi düşünemedim bile.
Eve gidip mutlu haberi Benan’a anlattım.
Benan hiç düşünmeden, benim deli olduğum ile ilgili şüphelerinin artık teyit edildiğini ve Faruk Abi ve Canlı Kalkanlarla Bağdat’a gitmem halinde geri gelme ihtimalimin son derece düşük olduğun anlattı. Ancak geri gelmeyi başarmam halinde de kendisini orada bulmayacağım tehdidini de yapıştırdı.
Bir yandan savaş muhabiri olup, düşen ilk scud füzesini görüntüleyip ünlü ve zengin olmak vardı ama diğer taraftan Benan’ı kaybetmek... O düşen scud füzesinin altında kalıp ölme ihtimali de oldukça yüksekti tabii...
Ertesi gün Faruk Abi’ye gittim. Yeni bir planımın olduğunu, benim Londra’da kalıp pazarlama faaliyetlerini daha etkin yapmamın daha doğru olacağını düşündüğümü anlattım.
Anlayışlı ancak biraz da alaycı bir şekilde, “İzin vermedi di mi?” deyiverdi.
“Abi deli miyiz” dedim, “Habercilik biraz da deliliktir” dedi.
Faruk Abi, Canlı Kalkanlarla Bağdat’a gitti. Bağdat Elektrik Santrali’nin orada bekledi ve ilk düşen bombaların görüntüsü çekti. Ben de onları Sky News ile birkaç haber kuruluşuna daha çatır çatır sattım. Hakkımı da verdi.
Daha çok işler yaptık Faruk Abi ile. Guantanamo Körfezi’ne giden ilk Türk gazeteci, Nijerya’da recm cezasına çarptırılan Emine Laval ve diğerlerinin haberlerini Faruk Abi için İngilizce’ye çevirmiş ve yine İngiliz medyasında yayınlanmasını sağlamıştım.
Ben onun yaptıklarını yapamadım. Çok istediğim halde onun kadar deli olamadım. Ama onun delilik sınırlarını zorlayarak yaptığı işlerin daha fazla değer bulmasına katkıda bulunduğum için mutluyum.
Ama Faruk Zabcı gibi haberciliğin delilik olduğunu bize öğreten bir meslek büyüğümüzün artık aramızda olmamasından dolayı çok üzgünüm.