Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın New York’ta yediği yemeği daha hazmetmeden ve Central Park’ta bol fotoğraflı bir sabah yürüyüşü dahi yapamadan uçağa atlayıp ülkeye dönmek zorunda olması bizim iç meselemizdir, diyerek yazıyı başlatayım.
Öyle ya New York’a giden siyasi liderlerin, her hal ve şartta New York’ta bir sabah yürüyüşü yapmaları adettendir. Gazetecilerin Cumhurbaşkanlarına New York ve benzeri ziyaretlerinde eşlik edilmesinin kabul gördüğü ve hatta teşvik edildiği dönemlerde yaptığımız seyahatlerde sık sık yabancı devlet büyüklerini eşofmanları içinde, korumaları arasında sabahın kör vaktinde yürürken görmüş, selam almış, selam vermişliğimiz vardır. Sanırım biyolojik saatin New York saatine göre çok erken uyanması ile ilgili bir durumdur. “Sabahın köründe uyandık. Central Park’ta yürüyüş yapmanın haricinde yapacak bir şey yok” denilip eşofmanlar çekiliyordur diye tahmin ediyorum. Dünyadaki bütün liderleri Tatar gibi sabah yürüyüşünü ibadet eder gibi yapmıyordur herhalde.
Neyse gelelim yemeğe... Detaylarını bilmiyoruz. Ne anlatılırsa onu anlatmak durumunda kalacağız. Elbette sorularımız olacak ve her fırsatta soracağız, yanıtlarımızı da almak için uğraşacağız. Ama şu ana kadar bildiğimiz şey, iki lider de masaya oturdu, birçok konuda farklı farklı düşündüklerini BM Genel Sekreteri önünde bir kez daha teyit ettiler, Haspolat Kapısı için Kıbrıs’ta yeniden bir araya gelmeyi kabul ettiler. Garantörlerin de bulunacağı bir toplantı için ise hazırlık amaçlı görüşecekler. Bu duyduğumuz.
Asında bu iki tarafın da kamuoyuna açıklanmasına rıza gösterdikleri kısım.
Masada çok şey konuşulduğunu biliyoruz. Üçüncü Dünya Savaşı ilk ikisi gibi Avrupa’da değil, Orta Doğu’da çıkmak için fırsat kollarken, basit bir ticari geçiş noktası ile bir sonraki toplantının altyapısını yapmak için Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri kılını kıpırdatmaz.
Şimdi bu çok frajil süreci, aynen sigorta reklamında dendiği gibi pamuklar içerisinde sarmalı, nazar boncuğu takmalı, hatta sigortalamalı, diyerek koruyup kollamak durumundayız. Federal çözümcüler sürecin üzerine çok şey bina edip örselememeli, iki devletli çözümcüler de Tatar’ı masaya oturdu diye eleştirmemeli. Sessizce izlemeli ve Türkiye’nin hareketlerini, Hakan Fidan’ın Atina ziyaretine bakmalı ve büyük resme daha yakından bakmalıyız bu süreçte diyorum.
Cumhurbaşkanı kapalı kapılar ardında siyasi oyuncuları bilgilendirmeli, kamuoyuna ise tahmin ve de saçma sapan yorumlara meydan vermeyecek şekilde kısa ve öz beyanatlar vermeli.
Dediğim gibi süreç hassas, ne çıkar bilmem. Belki de bir şey çıkmaz. Belki de çıkar. Ama bu süreci korumalı, nazar boncuğu takıp, sarıp sarmalamalı. Hatta sigortalamalı.