Kamu politikalarının belirlenmesi ve uygulanmasında profesyonelce davranan iktidarların temel referans noktasını meşruiyet oluşturmaktadır. Başka bir ifade ile kamuoyundan onay almayan kararlar hükümetlerce ileri taşınmaz. Çünkü, aksi takdirde kamuoyunun tepkisiyle karşı karşıya gelinecek ve siyasi iktidar er veya geç bedelini özellikle sandıkta ödeyecektir.

Bilindiği gibi; seçmenin algısını devamlı suretle dikkate alan iktidarlar, kamuoyundan destek almadığı kararları geri çekmekte ve/veya kamuoyunun algısını olumluya çevirmek için gerekli çalışma içerisine girmektedirler. Yerel seçimlerde gözlemlendiği gibi; seçmenin tepkisinin giderilmediği durumlarda sandıkta fatura kabarık olmaktadır.

KKTC’deki mevcut hükümet ve Başbakan, şuursuzca akıl tutulması içine girmişçesine kendi sonunu getirmeye kararlı bir tutum sergilemektedir.

Hükümetlerin temel amacı hiç kuşkusuz hizmet ettiği halkın refahını ve yaşam kalitesini artırmaktır. Aksine, imtiyazlı kesimlere tavizler vermeye devam ederken ve kayıt dışı ekonomiye müdahaleye cesaret gösteremezken tasarruf etme adına dar ve sabit gelirliyi oluşturan emekli ve çalınanın hayat pahalılığı ödemesini budaması kendi halkını fakirleştirme niyetini ortaya koymaktadır.

Geçtiğimiz günlerde Hükümet tarafından Meclise sevk edilen tasarıya göre “hayat pahalılığın yılda iki kez konsolide edilmeden verilmesi” geçen sürede emekli ve çalışanın kaybettiği alım gücünün kök maaş itibariyle eksik olarak telafi edilmesi, fakirleştirilmesi ve çalışan ile emeklinin aciz duruma getirilmesi anlamına gelmektedir. Maliye Bakanının bu düzenlemeyi adalet sağlama adına yaptıklarını açıklaması ise fevkalade üzücü ve manidardır. Ayrıca, çalışanların toplu sözleşme hakkının Maliye Bakanının onayına tabi tutulmaya çalışılması anti-demokratik olmakla beraber çalışanların hak ve hukukuna gösterilen saygının bariz göstergesidir.

Maliye Bakanlığı bürokratları tarafından kayıt dışı ekonominin önlenmesi, vergilendirilmemiş alanların vergilendirilmesi, adil vergi düzeni yaratılması ve halkın menfaatiyle örtüşmeyen bütçedeki irrasyonel harcamaların kaldırılması/kısılması yerine emekli ve çalışanın cebine el atılması hiç kuşkusuz seçmenin gazabına uğrayacaktır.

Aslında 2025 yılı rekor bütçe açığı da dikkate alındığında; bugün yaşananların ortaya koyduğu tartışmasız gerçek, denk bütçe yaratma/gelirleri artırıp giderleri kısma açısından başarısızlığı tescil olmuş Maliye Bürokratları/teknokratları ve ilgili hükümet yetkililerinin bedel ödemesi gerekirken emekli ve çalışanların suçlu koltuğuna oturtulduğudur.

Kıbrıs Türk halkının kendisine zarar gelmeyen birçok konuda tepkisiz kaldığı bilinmektedir. Ancak, cebine atılacak sinsi elin Kıbrıs Türkünün kırmızı çizgisi olduğunu Üstel ve hükümetinin idrak edememesine hayret ediyorum.

Hayat pahalılığı ödemesindeki budamanın bütçede yapacağı minimal tasarruf karşısında ortaya çıkacak halkın gazabının Üstel hükümetinin sonunu getirebileceğini anlamak için siyasetçi olmaya gerek yoktur. Bu durum karşısında; çeşitli platformlarda yapılan yorumlar Başbakan Ünal Üstel’in siyasi geleceğinin maalesef merhum İrsen Küçük’ten beter olabileceği yönündedir.

Sonuç olarak; yüksek enflasyonun yaşandığı ülke ekonomilerinde kaynak ve gelir dağılımının bozulduğu görülmektedir. Teoride geleneksel yaklaşıma göre enflasyon ile gelir dağılımı arasında ters yönlü bir ilişkinin olduğu, enflasyon oranı yükseldikçe gelirin adil dağılımının bozulduğu kabul edilmektedir. Bu durumda, hükümetin başarısı dar gelirlinin azalan alım gücünü telafi etmek ve hatta artırmakla ölçülür. Başka bir ifadeyle emekli ve çalışanı gaile edinen bir hükümetin konsolideyi devam ettirerek hayat pahalılığı ödemelerini uzatmak yerine mümkün mertebe kısa peridotlarda (Örn. İki ayda bir) ve peşin (avans) ödeme şeklinde yapması en optimal seçenektir.