Kıbrıs sorununun başlamasında ve çözümsüzlüğün bunca yıl sürmesinde Türkiye sorumlu tutulmak isteniyor, daha doğrusu sorumlu tutuluyor. Türkiye, AB ile ilişkilerini geliştirmek istiyorsa Kıbrıs sorununu çözmek zorundadır. Bu genel kanı neredeyse her platformda Türkiye önüne konuyor,  sanki hiçbir şey yokmuş gibi durup dururken ansızın 20 Temmuz 1974’te Türkiye’nin  Kıbrıs’a askeri müdahalesiyle Kıbrıs sorunun başladığı, çözümsüzlüğün de  Türkiye sayesinde halen ‘işgal’ olarak sürdüğü şeklindedir. Yabancı güçlerin, Rum-Yunan yalanlarına paralel yaklaşımı bu yönde.

          Buna şaşmamak lazım. Zira, Kıbrıs sorunu dünya önünde 21 Aralık 1963’te Kanlı Noel ile birlikte Rumların Türklere saldırmasıyla başladığı gün gibi aşikar olduğu halde ve aradan geçen 11 yıllık sürede Rumların Yunan takviyeli olarak Türklere saldırıları, katliamları, devletten kovmaları, 103 köyden göç ettirmeleri, ortak Devletin bütün organlarını ele geçirmeleri, 1964’te adaya BM sözde Barış Gücünün gönderilmesi sonrasında Rum saldırılarının daha da artması, saldırılmadık Türk bölgesi kalmaması, Türklerin hiçbir yere saldırıda bulunmaması, adaya 20 bin Yunan askerinin yasa dışı sokulması, gemiler dolusu silah ve cephanenin gazete kağıdı diye adaya sokulması, Ağustos 1964’te 20 bin Rum-Yunan çapulcusunun Erenköy bölgesine saldırması, bölge halkının son anda Türkiye’nin  müdahalesiyle kurtarılması, Kasım 1967’de Boğaziçi-Geçitkale’ye Grivas komutasında 15 bin Rum-Yunan askerinin saldırıp katliam yapması, sonuçta 10 bin Yunan askerinin BM gözetiminde adadan çıkarılması, Temmuz 1974 tarihine kadar Rumların bütün Türk bölgelerine saldırması, abluka altında tutması, yoldan belden bulduğu Türkleri kaçırıp kuyulara atarak katletmesi,

         Rumların işgalindeki sözde Cumhuriyetin Polis karakollarının 1974 öncesinden her gece ENOSİS’çi EOKA’cılar tarafından bombalanması, Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios ile Yunan Cuntasının arasının açılmasıyla Makarios’çu solcu AKEL yandaşlarının köşe bucak aranıp görüldükleri yerde infaz edilmesi, Cumhuriyete! aylar süren bu saldırılarla katliamların sonunda 15 Temmuz 1974’te EOKA B-Yunan Cuntası işbirliğinde Cumhuriyete ikinci darbenin dünyanın gözü önünde yapılması ve TV ekranlarında da yayınlanması, devamında Makarios’un öldürüldüğünün dünyaya duyurulması, yerine terörist başı Nikos Sampson’un Cunta tarafından atanması, Kıbrıs Cumhuriyetinin yerine ‘Kıbrıs Helen Cumhuriyetinin’ ilan edilmesi gerçeği halen dün gibi hafızalarda olduğu halde ve Garantör Türkiye’nin gerekli girişimleri sonrasında, adada akan kanı durdurmak için, BMGK’de Makarios’un itiraf ettiği gibi Türklerin büyük tehlikede olması dolayısıyla ve bizzat Makarios’un da müdahale çağrısıyla, meşru müdahalede bulunduğu dünyaca bilindiği halde, Rum-Yunan’ın yalan propagandalarıyla Kıbrıs sorununun Türkiye müdahalesiyle başladığını iddia etmesi çok gülünç olmakla birlikte dünyayı aptal yerine koymakla eş olduğu halde, dünyanın bilerek bu aptallığı kabul etmesi ve Rum-Yunan’ın yalanlarına paralel bir tutum içine girmesi gerçeklere tamamen zıt olmakla birlikte taraflı olduklarını gün gibi açığa çıkarması bakımından önem arz etmektedir.

         50 yıllık sürede BM parametrelerinde ve gözetiminde yapılan Federasyon görüşmelerinde Referandum dahil bütün BM çözüm planlarını Rumların reddettiği Türklerin ise kabul ettiği bir gerçek. Çözümsüzlüğün ve Kıbrıs sorununun başlamasının sebebinin Türkiye olduğunu gerek Rumların gerek BM-AB’nin tutum ve söylemleriyle iddia etmeleri, belli ki 61 yıldan beri bile bile  saldırgan suçluları koruyup kollamaları göstermiştir ki, Kıbrıs’ı Rumlara vermek ve sonuçta Yunan adasına çevirmek niyetinde olduklarını ortaya çıkarmaktadır. Zaten 4 Mart 1964 tarihli BMGK 186 nolu kararı bu maksat içindi. Ve bu geçici karar 3 aylık süre için olmasına rağmen, bu gün itibarıyla vardığı süre 727 aya ( 60 sene 7 ay ) ulaşmıştır.

         Bütün bu gerçekler apaçık ortadayken hala taraflı tutumlarını sürdürerek haksızlıklarını örtme çabasında olan ilgili kurum ve kuruluşların hala darbeci suçluları meşru Kıbrıs Cumhuriyeti diye tanımaları, Cumhuriyetin kurucu Türk ortağını yok saymaları, yapılan darbelerin birçok Rum Akademisyen tarafından istila olarak tanımlandığı ayrıca Garantör Türkiye’nin müdahalesinin 1979 Atina Yüksek Mahkemesince MEŞRU diye kararı bulunduğu halde, buna mukabil o çok övülen Uluslararası Mahkemelerin sus pus olması, diğer Mahkemelerin de hukuk dışı 186 kararının etkisinde hareket ettiği ortadayken, bu kuruluşlara Kıbrıs Türk Halkının itimat etmesi güvenmesi nasıl beklenebilir ki? Cumhuriyete alem aşikar darbeler yapılır, yakılıp yıkılır, 1959-60 Antlaşmaları ve Cumhuriyet Anayasası çiğnenirken, bu kuruluşların hala Cumhuriyetin varlığını savunması, Türk ortağın saf dışı edilmesi sonrasında Rum yönetiminin tek başına Kıbrıs Cumhuriyeti olarak AB’ne alınması ve bardağı taşırması, Cumhuriyet Antlaşmalarının ve Anayasasının da paçavra gibi yırtılıp  savrulması demek değil de nedir?

         Şimdi Rumlar meşru müdahaleyi karalama kampanyalarını daha ileriye taşıyarak uydurma ‘Famagusta’ adlı yalanlarla sarmalanmış film dizisi ortaya çıkardı. Yani, dünyanın gözü önünde cereyan eden kendilerinin yaptıklarını örtmek ve Türk tarafını yazılı sözlü propagandanın yanında  görsellikle de karalama çabasındalar. Gerçekleri ters yüz etmek hevesindedirler ve bu yalanları ortaya atanlarla hala bizi birleştirmek için çabalıyor bu kuruluşlar, hem bizdeki hayalci teslimci işbirlikçiler. Rumlar çözüm barış isteselerdi ortaya konan çözüm planlarını kabul ederlerdi, kara propagandaya tevessül etmezler, geçmiş geçmişte kalsın derler el uzatırlar özür dilerlerdi.

        Kıbrıs sorununun başlamasından 61 yıl geçti, çok ülke gerçekleri bilmez, BMGK tarafından önlerine konan pilavı kaşıklarlar sadece, o pilav da Mart 1964’teki pilavdır, ısıtılır da gene ısıtılır. Bizim  Türk tarafının da ortaya koyduğu çok etkili propaganda olmasa da bazı ülkelerin kafasını karıştırır. İşte bu  saçma sapan yalan dizi bu kafa karışıklığını önlemek içindir. 4 Mart 1964’teki BMGK’nin 186 sayılı Hukuk dışı taraflı, hani üç aylık diye alınan ancak 727 aydan beridir uzatılan oldubitti kararın haklılığını desteklemek içindir, Kıbrıs sorununun sorumlusunun Türkiye olduğuna noktayı koymak içindir, çözümsüzlüğün sebebini de Türkiye’ye yükleyip yoluna devam etmek içindir.

        Ne var ki sol çevrelerden elle tutulur bir kınama yapılmazken, aksine eşit Egemenlik istemeyen Türkiye Garantörlüğünü de reddeden CTP yetkilisi ‘Egemenlik yalanlarını BMGK parametreleri ortadan kaldırır, gerçekleri ortaya koyar’ diyor. Ama bizim  Milli Var oluş Mücadelemizin okutulmasına şiddetle karşı çıkarlar, Rum Meclislerinde ve partilerinde ENOSİS kararları tazelenir, okullarda okutulur, kiliselerde pekiştirilir Türk düşmanlığı aşılanırken. Ve üstünden  CTP’den Meclis Başkanı bayan  ‘ Meraklısı olan gitsin araştırsın bulsun, okullarda okutursak sonra Rumlara kin ve nefret duyacaklar’ diyebildi zamanında.

         Solun ağır toplarından bir zamanlar Başbakan da olan efendi, TRT tarafından çekilip yayınlanan ‘Bir Zamanlar Kıbrıs’ belgeselini,  yakında gösterilecek Rum-Yunan yapımı gerçek dışı hayali ‘Famagusta’ dizi filmine benzetip, uygun bir iç atmosfer yaratmak için bütün tarihi gerçekleri çarpıtarak yapılan siyasi ideolojik hesabın sonucudur diyerek iki devlet esasına dayalı siyaset olacak diye yanlış yola girildiğini, kendimizi sütten çıkmış ak kaşık gibi masum, Rumları da bela ve ceberut göstererek düşmanlık kültürü üretmek olarak niteleyip, İsrail halkının Netanyahu’ya  tepkisini gösteren halkın bu barışçı demokratik cesaretini örnek almalıyız şeklinde ifadeyle  her iki dizinin de çözümü barışı baltalamaya yöneliktir dedi. Sanki bizde Netanyahu gibi cellat varmış gibi. Bilindiği gibi sayın, Kıbrıs sorununu Türk-Rum silahlı milislerinin birlikte yarattığını da icat edendir.

          Görüyorsunuz, 11 yıl bize yapılan katliamlar ve her türlü insanlık dışı muameleyle ortak olduğumuz devletten kovulmalar, 103 köyden göç ettirmeler halen yapılmakta olan haksızlıklar, ne bizim sol çevreleri etkiledi ne de o çok güvendikleri dış güçleri. Haksızlıkları kendi içimizden bile bize reva gören çevreler var. Bir Zamanlar Kıbrıs dizisini biz bile eleştirdik, bize yapılanların binde biri dahi dizide gösterilmedi diye. O yüzden Rumların Famagusta dizisini Rumlar suçlarını örtmek için kullandıkları son kozlarıdır, madem 186 kararı sürer fırsat bu fırsat kendilerini aklamak, tüm gerçekleri örtmek isterler.

         Referandum öncesi, Referandumda ve devamında görüşmecimizin atama yoluyla soldan birisinin olması Kıbrıs Türk Halkı için büyük talihsizlikti, koskoca Denktaş Baba’ya rağmen. Hüsranla sonuçlanan Referandum sonrasında isteklerimiz ve yapılan vaatler yerine getirilmeden, Rumlar Cumhuriyetin sahipliğinden vaz geçirilmeden asla masaya oturmamamız gerekirdi. Biz ne yaptık, peşlerinden koşmaya yalvarıp yakarmaya devam ettik. AKEL’in attığı büyük kazığını birden unuttuk gene kuyruğuna takıldık hala da öyle. Biz ne yaptık, dünyaya bir tek konuşan, tanınan, dünyayı titreten, gerçekleri korkmadan suratlarına çarpan Denktaş Babamızı saf dışı ettik. Meydanı Rumlara terk ettik, suçlu imiş gibi ellerimiz böğrümüzde başımız eğik gezdik, itibarımızı yitirdik, taviz üstüne tavizler verdik. O meşhur  ‘TEK ‘ leri zorla kabul ettik, ardından Montana sürecine gelene kadar taviz vere vere Rumların iştahı arttı, daha da daha da derken masayı devirip kaçtılar. Çok geçmedi peşlerine düştük, BMGS’ni araya koyduk, Berlin buluşmalarında da sonuç sıfır. Nedir, suçluluğu kabul ettik, suçlu gibi davrandık, suçlu muamelesi gördük. Mesele budur. Rumların, fecaatlarını biz de örtmeye yardımcı olduk, gördüğünüz gibi Kıbrıs sorununu çıkaranlara gönüllü ortak bile olduk. Onlar ise sorunu Türkiye yarattı diyor. Yazzzzıklar olsun. Benim görüşüm, bu sol cenah Rumlara yama olmaktan, ENOSİS olmasından hiç umurları yoktur.

         İçimize sızdırılan ajanlarca, algı operasyonlarıyla neredeyse bütün sivil toplum örgütleri de ayni kulvarda hareket etme noktasındadırlar. Tarihimizin okutulmasına karşıdırlar. Diğer yandan CTP’nin iktidarda olduğu dönemlerde, ismi Türkçe olan kişi ve bir Rum tarafından yazılan bir tiyatro ‘ DUVARIMIZ’  BRT’de yayınlanabiliyor. Daha sonraki yıllarda bu parti iktidarında MüCAHİT’İN sesi BRT AKEL’in üssü haline getirilmiş sürekli programlar yapılmış, AB’nin Parlamento seçimleri arifesinde AKEL’in propaganda mekanizması haline getirilmişti, Kumsal katliamını güya TMT’nin yaptığı safsatasını günlerce gazetede ispatlamaya çalışan bayanın dıştan BRT Müdürü atandığı dönemde. Ve  BRT arşivinin Rumların eline geçtiği iddiası doğru ise maalesef üzerine gidilmediği gibi diğer ihanete varan eylem ve söylemlerle, arkadan hançerlemeler, dış güçlere verilen mektuplar ve Rum yetkililere yapılan KKTC ve TC hakkındaki şikayetlerle sızdırılan bilgiler hepsi oracıkta kalmıştır!!!

          Meclise saldırılar, Başbakanlığa, Bakanlıklara saldırılar, yollarda yapılanlar da oracıkta kaldı, sadece Meclis binasına çıkıp Bayraklarımızı açan Milliyetçi gençler 6 ay hapislik aldı! Kim koruyacak, itibarını sağlayacak Devletimizin içte? Yoksa mesele yok mudur? E hade o zaman.

          Yahu biz çocuklarımıza bile Var Oluş Mücadelemizi okutamıyorsak üstünden gençler bilmez diye yakınırsak nerede kaldı dünyaya haklılığımızı anlatmak. Bakınız Rum-Yunan onca felaketlere sebep oldular, savaşa sebep oldular, binlerce masum Türk-Rum insanının ölümüne sebep oldular, Rumlar bir birlerini vurdular kardeş kardeşi dahi ENOSİS hedefleri için, ama hiç durmadılar propagandayı en iyi şekilde yaptılar, yalanları dünyaya sattılar, işte Famagusta dizisi de bir başka örnek. Ama biz bu hususta hiç ama hiçbir şey yapmadık, özellikle Denktaş Babamız gittikten sonra. Bu gidişe çok şey söylenir amma, amması var, bozmayalım birlik beraberliği, o zaman da bozulmasın diye sesimizi çıkarmadık, bazıları gitmesi için her şeyi yaptı, biz de seyrettik boynumuz bükük. ABD öyle istedi diye hem de.

         AB, Türkiye’ye Kıbrıs sorununu çöz da gel der. Rum-Yunan’a demedi ama hala daha demez, ki sorunu çıkaranlar ENOSİS’çi darbeciler. Halbuki Referandumda Rumların hayır demelerinin tek sebebi her halukarda Rumları güya Kıbrıs Cumhuriyeti imiş gibi üye alacak olmasıydı. Rumların evet demesi için zır deli olması lazımdı. Hem tek başına hem de pekiştirilecek şekilde Kıbrıs Cumhuriyetinin tek sahibi ve egemeni olarak üye alınmasından daha değerli ne olabilir ki. Ne diye bizimle paylaşsın sırtında taşısın, AB’de çok daha fazla avantajlarla üzerimize geleceğini ve sıkıştıracağını biliyordu anasıyla birlikte hem de. Ve şimdi işte O AB, sorunu çöz da gel diyor, Türkiye’ye, BM de muteber ‘Yem’ bulmanın yolunu arıyor. Ve sonuçta gerçekler bir kenara itilmiş vaziyette, geçerli olan Rumların halen Kıbrıs Cumhuriyetinin tek sahibi ve egemeni oluşu maalesef. Bunun da temeli 4 Mart 1964’te başta ABD’nin oyunuyla BMGK beşlisinin attığı hukuk dışı taraflı baydadır, diyelim. Ve ayni haksızlıkların 60 yıl 7 aydan beri sürmesi, suçluların tanık suçsuzların sanık sandalyesinde inadına oturtulmasına devam edilmesi göstermiştir ki, çanak Türkiye’nin başında kırılmak isteniyor.

 Parantez açalım. Şu Slovak elçilerine şaşarım, 34 yıldır Çek’lerle ayrıldılar iki devlet oldular, senesine Kıbrısta Türkleri-Rumları birleştirmeye uğraşırlar her ay rutin toplantılarla. Kimse de sormadı Çek’lerle niçin ayrıldılar, şimdi pişman mılar yoksa da uğraşırlar? Geçen gün Lefkoşa elçisi dedi ki, toplumlararası 450 toplantı yapmışlar o nedenle Kıbrıs’ta uzun yıllar ateşkesin ve barışın korunmasına hizmet etmişler. Yahu siz barış isteseydiniz 1960’lı yıllarda bol miktarda ve türde Çekoslovak silahı beleşe göndermezdiniz saldırgan darbecilere masum Türkleri katletsin diye. O silahlarla birçok masum Türkün kanını akıttı Rum çeteciler bay elçi, bilesin. Gönderdiğiniz silahlar gayet etkiliydi onu da söyleyeyim.

        Bildik parti, sendika ve örgütler Eylül ayı boyunca ‘Barış’ etkinlikleri düzenleyecekler, umutlar yeşerecekmiş. Güneyde Sn Hristofiyadis başkan seçildiğinde de umutlar yeşerecek denmiş, gecesi sınırda havai fişekler atılmıştı şerefine, Sn Talat yoldaşıyla görüşme masasına oturacaklar diye. Daha sonraki yıllarda iki Limasol’lu Sn Akıncı ve Sn Anastasiadis başkan seçildiğinde de zivaniyalar içilmişti şerefine, çözüm- barış hemen olacak diyerek. Birisi, ‘ Ellerinde olsa nefes almamızı bile engelleyecekler, kendimi Saray önünde asayım mı’ demiş, öteki ise ‘Bizim nesil bu sorunu çözemez, belki gelecek nesiller’ demişti. O yüzden karşımızdakilerin ne mal olduklarını iyi bellememiz lazım, gerçi şimdiye kadar bellemeyenler zor beller o ayrı da, bize düşen haklı olduğumuz bu Milli Davamızda dik ve diri durmak ve safları sıklaştırmaktır. Son pişmanlığı yaşamamaktır.