Bir zamanlar, beni ismini açıklamayacağım bir köye götürdüler. Bir kahvehane ile restoran arası bir yere oturduk. Mekanın içerisinde bir kapı var sürekli birileri girip çıkıyor.
İnsanoğlu, ‘ya meraktan ya da meraktan’ gider diye bir laf var ya, ona gazetecilik merakını eklerseniz düşünün kapının ardındakileri görme arzumun şiddetini.
Bu kapı neyin nesidir dedim. Masadaki arkadaşlar oralı olmadı. Sadece muzip muzip gülümsediler ve birbirlerine, “Söyleyelim mi? Onu bu sırra dahil edelim mi? Güvenebilir miyiz?” der gibi baktılar.
Onlar kararlarını veredursunlar ben masadan kalktım ve birkaç duble daha içmiş olsam Narnia’ya açılacağımı kendi kendimi ikna edeceğim kapıdan içeriye daldım.
Aman yarabbi. Narnia değildi ama bir başka dünya olduğu kesindi.
Bir tribün kurulmuş, etrafından insanlar oturmuş ortada Roma’daki Kolesium’un minyatür versiyonu. İçeresinde iki adet horoz birbirleri ile epeydir kavga ettikleri için yorulmuşlar, Mike Tyson ve Jyke Paul’un son maçta birlerine sarılıp nefeslendikleri gibi, boyunlarını birbirlerine dolanmışlar nefeslenip, bir sonraki hamleleri için fırsat kolluyorlardı.
Seyirciler hele... Zannedersiniz Madison Square Garden’da Evander Holyfield ile Lennox Lewis’in maçını izliyorlar. Heyecan ve coşku o derece yüksek.
Ha şahsen sevmem. Bir daha da gitmedim ama ülkemizde bu bir gerçeklik mi? Evet.
Bir başka anekdot. Artık yaşlanıyoruz ya, okurlarımızın bazılarının henüz okuma yazma öğrenmediği döneme ait olaylar anlatabiliyoruz.
Kuş gribi salgını vardı.
İncirli Köyü’nde ölü bir kanatlı bulunmuş, testler sonucunda kuş gribi olduğuna kanaat getirilmişti. Rahmetli Doğan Harman, “İnsana bulaşmazmış muallim. Git bir bak” deyip beni göndermişti. Bir de baktım ki, beyaz tulumlu veterinerler, her gördükleri kanatlıyı, itlaf ediyorlar. İtlaf kelimesinin ne anlama geldiğini o gün öğrenmiştim. Ellerinde bir aletle tavuk, kanarya, güvercin ne buluyorsa öldürüyorlar. Sonra da imha ediyorlar.
Kahvede ağlayan bir adam gördüm.
İnsan tavukları için ağlar mı diye düşünerek yanına gittim. Meğer şampiyon güreş horozları, veterinerin itlaf aletinin gazabına uğramıştı. “Falanca ile falanca gibi kaçıramadım” diye hayıflanıyordu.
Tam o sırada Sağlık Bakanı Eşref Vaiz geldi. CTP iktidarıydı.
Evlatlarını kaybetmiş gibi ağlayan adamı teselli için yanına gitti. “Ben Tuzlalıyım. Merak etme ben sana döl vereceğim ve yine şampiyon horozlar yetiştireceksin” dedi.
Horozlarını kaybeden adamın, Bakan’a nefretle baktığını hatırlıyorum.
Neden mi anlattım? Malumunuz dün Meclis’te Ceza Yasası’nda birtakım değişiklikler yapılması için çalışılmış. Bu değişiklikler içerisinde zaten yasak olan ve para cezası ile cezalandırılan horoz dövüşleri için hapis cezası getirilmek istendi.
Düşünün cezaevindeki bir diyaloğu.
- Sen niye içerdesin?
- Adam öldürdüm.
- Sen?
- Horoz dövüştürdüm...
- Aşağı yukarı beraber çıkarız
Bunun kültürel bir olgu olduğunu o nedenle yumuşak bir geçişle ortadan kaldırılması gerektiğini ifade eden Bağımsız Milletvekili Hasan Tosunoğlu ile CTP Milletvekili Doğuş Derya arasında bu çerçevedeki tartışmaya katkıda bulunmak için yazıyorum sadece.
Horoz dövüşünü sevmem. Asla da gidip izlemem. Yasak olduğunu da biliyorum. Cezasının da artırılması gerektiğini teslim ediyorum.
Bu horoz dövüşü işinin bu coğrafyada sevenlerinin çok sayıda olduğunu, bunun kültürün parçası değilse de bir gerçeklik olduğunu bilecek kadar da Köşklüçiftlik dışında zaman geçirmişliğim vardır. Hikayelerden de anlaşılıyordur.
Fransa’da horoz dövüşü yasak mesela. Ama bir geçiş süreci hedeflenerek çıkarılmış bir 1964 tarihli yasa var. Yavaş yavaş yani. Bu sürecin sonunda 2 yıl hapis ile 30 bin Euro cezaya ulaşmışlar. Bu arada bazı bölgelerde horoz dövüşünün bölgenin derin kültürünün bir parçası de olduğu kabul edildiği için yasak değil.
Bence bir geçiş süreci ya da bölgesel sınırlama ve kontrol ile bu konu hallolabilir.
Onca kavga edecek konu varken, vekillerin bu konuda dövüş horozu gibi birbirlerine girmelerine de gerek yok.