Bir ülkenin siyasal sisteminin şekillenmesinde kuşkusuz seçim sistemlerinin de önemli bir rolü olur.

Basmakalıp bir söz gibi algılanır ama doğrudur: Siyasal partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır.

Daha doğrusu, bir ülkenin demokrasisi ülke siyasal hayatında yer alan partilerin vizyonu, değerleri, tutum ve eğilimleri, kendi içindeki demokratik mekanizmaları çalıştırıp çalıştırmadıklarıyla doğrudan ilgilidir.

Parti, aslında ingilizcedeki part yani parça, taraf etimolojik kökeninden gelir. Yani aslında her parti bir parçanın, bir tarafın temsilcisi olarak doğar ve yaşar. Geçmişte genelde sağ ve sol diye ayrışan partiler de bu farklılaşmanın, ayrışmanın taraflarıydı.

Nitekim, sağ ve sol kavramlarının ilk kez kullanıldığı Fransa’da o günkü temel ayrışma kralcılarla cumhuriyetçiler arasındaydı. Parlamentoda kralcılar sağda cumhuriyetçiler solda oturduğu için bir tarafa sağcı, diğer tarafa solcu denmiştir.

Tabii, sonra sağ ve sol kavramları evrimleşti; içerik değiştirdi. Uzun bir süre üretim ilişkilerinde emekten yana olanlar solcu, sermayeden yana olanlar sağcı olarak tanımlandı. Bu ayrım belli bir dönem anlamlı ve açıklayıcıydı. Ne var ki dünya durmuyor, değişiyordu. Sanayi devriminin yaşandığı dönemde kol gücüyle çalışan kitleleri emekçi olarak nitelendirmek kolayken, bugünkü bilgi çağında emekçi insanları sadece kol gücü ile çalışanlar diye tanımlamak fazla bir anlam içermiyor.

Hele, bir dönem solu temsil ettiği iddiasında olan Sovyetler Birliği’nin 1990’ların hemen başında çökmesiyle sol-sağ kavramları da kullanılmaz oldu.

Tabii, bu kavramlar kullanılmasa da partiler arasındaki ayrışmalar başka boyutlarla da olsa devam ediyor ve edecek. Çünkü bu demokrasinin ve siyasal parti olmanın gereği.

Evrensel boyuttan kendi ülkemize dönersek, bizde çok partili siyasal hayat 1976 seçimleriyle başladı.

Ne var ki evrensel sol-sağ ayrımı bu ülkede gerçek anlamda hiç yaşanmadı. Daha doğrusu,  emekle sermaye arasında evrensel anlamda yaşanan farklılaşma olmadı.  Partiler daha başka konularda takıntıları tutum ve eğilimlerle elbette ki farklılaşmıştı. Örneğin yakın Kıbrıs tarihine bakış, Kıbrıs sorununu algılayış, önerilen çözüm modeli ve özellikle Türkiye’ye bakış konusunda sistemin partileri arasında ciddi bir fark ve ayrışma oldu.

Bir seçim sistemi aslında ülkede oluşan farklılaşmaya göre ayrışan partiler arasında beğenileni,  inanılanı tercih etmedir.

KKTC’deki seçim sistemi ise, 1976’dan beridir bundan farklı olarak seçmene “karma oy” adı altında farklı bir seçenek daha sunar: Hiçbir partiye oy vermeden, partilerin adayları arasında tercih yapabilmek.

Bu tercihin ilke olarak doğruluğu yanlışlığı elbette tartışmaya açıktır. Ama yaşanan pratikte, özellikle tek listeyle ama ilçeler bölümlemesiyle düzenlenen yeni seçim sistemiyle karma oy “karmaşık oya” dönüşmüş durumdadır. Karma oy kullanmak isteyen ama oyunu istemeden geçersiz kılan kitlenin oyu, ülkenin “üçüncü partisi” konumuna gelmiştir.

Bu nedenle, ya karma oy kullanımı basitleştirilmeli ya da seçim sisteminden kaldırılmalıdır. İkisinden birini yapmak hiçbir şey yapmamaktan daha isabetlidir.