Sistem konuşuyorsak…

Son günlerde Kanal T’ye konuk olanlar başkanlık sistemi deyip duruyor. Eski DP Genel Başkanı Serdar Denktaş, Başkanlık Sistemi olması durumunda, liyakatsizlik denen illetin artık bizi meşgul etmeyeceğini ifade etti.

Daha sonra YDP Genel Başkanı Erhan Arıklı, “Başkanlık sistemi şart” dedi. “Bakanlar teknokrat olacak” dedi ve Güney Kıbrıs’ta başarı ile uygulandığını söylediği başkanlık sistemini de örnek gösterdi.

UBP’nin önemli isimlerinden Tahsin Ertuğruloğlu, başkanlık sistemi ile yatıp kalktı uzunca bir süre. Şimdi sorsanız görüşü değişmemiştir, “Başkanlık sistemi şart” diyecektir eminim.

Eski Başbakan ve Eski Meclis Başkanı Sibel Siber de her fırsatta bunu söylüyor.

Eminim ana akım siyasi partilerimiz içerisinde de başkanlık sistemini savunan ama parti disiplini nedeniyle dile getirmeyenler de vardır.

Bu köşe benim görüşümü içermesi nedeniyle, benim köşe yazım olarak nitelendirildiğinden, bu noktada nerede durduğumu ifade edeyim bari.

Bana göre başkanlık sistemi olması gerekendir ama olamayacak olandır.

Neden olması gereken olduğunu ifade edeyim...

50 kişilik bir parlamento içinden 11 kişilik bir Bakanlar Kurulu çıkartmak zaten çok da akıl karı değildi hani. Buralara kadar iyi bile gittik diye düşünmeden de edemiyorum.

Saçmalığa bakın mesela.... Meclis aynı zamanda denetim görevini görüyor. Ama hükümet meclisi açacak çoğunluğu sağlamazsa, kendini denetleyecek olan organ çalışamıyor.

Kuvvetler ayrılığı prensibi var ya... Aslında bi de yok. Yargı tamam... Ama yasama ile yürütme siyam ikizi gibi birbirine yapışık, hatta iç içe... Kuvvetler ayrılığı falan yok!

Öte yandan, halk sorumlu tutup yuhalayacağı ya da alkışlayacağı birini istiyor.

Bizde yok mesela. Başbakan’a hesap sorsa, “Koasliyon ortaklarım yapmadı”, “Meclis grubu izin vermedi” ya da “Hükümet bozuldu erken seçim oldu yapamadık” gibi bahaneler duyarsınız bol bol.

Halbuki Başkan olsa kimseye suç atamaz, yuhalamayı da alkışı da göğüslemek zorunda kalacak. Öyle ya, İçişleri Bakanı hata yapsa ona yazar, Dışişleri Bakanı süper bir iş becerse yine ona yazar. Öyle olunca da ekibini, bir kalbur samanı iki eşeğe bölemeyenlerden kurmaması gerektiğini bilir, ya da zor yoldan öğrenir.

Olması gerekendir ama olmayacak dedim ya, onu da izah edeyim...

Diyelim ki meclisimiz başkanını seçmekten aciz olmasın... Anayasa’yı değiştirerek, rejimi tadil etmesi ve parlamenter sistemden, başkanlık sisteme geçişi sağlaması imkansız. Onlar getirse bile, halk reddeder. Birkaç yargıç çoğaltmayı bile reddeden bu halk, böyle köklü bir şeye evet demez.

O nedenle biraz daha basit bir değişlikle, aslında başkanlık sistemi benzeri etkisi olan bir şey yapılabilir.

Nedir biliyor musunuz?

Seçim barajını yükseltmek. İki kutuplu siyasete geçmek. Tek başına iktidarlar dönemini getirip, koalisyon işlerini tarihe gömmek.

Tek başına iktidar olan partinin genel başkanını sorumlu tutmak. Ona icraat yapabilecek zamanı tanımak. Onu bir milletvekilinin ya da küçük bir partinin esiri yapmamak. Bu, iktidardaki partinin icraat yapabilmesinin önünü açacağı gibi, ülkede gerçek anlamda istikrara neden olacak. 

Bildiğim kadarıyla UBP barajın yükseltilmesine sıcak bakıyor ama CTP bunun demokratik olmayacağı gerekçesiyle reddediyor. Demokrasiden başımız döndü ya. Neyse...