2003 yılının son bulduğu ve 2004 yılına girildiği o 31 Aralık akşamı, Ercan yeniden inşa edildiği için Geçitkale Havalimanı’na Londra’dan kesin dönüş yapmak için indiğimizde karanlık gerçekle yüz yüze gelmiştik.
2003 yılının yılbaşı gecesini jeneratörleri olanlar hariç, tüm KKTC halkı karanlıkta geçirmiş, dolayısıyla da 2004’e karanlıkta girmiştik. O gün Benan’a fena fena bakıp, “Sana inanıp geldik ama…” dediğimi hatırlıyorum.
O gün bugündür bu ülkenin elektrik meselesi bitmediği gibi, geçtiğimiz gün eyleme konu olan ‘Özerk Kıb-Tek’ talebi da ‘Arab’ın yalellisi’ gibi sürekli tekrarlanıyor.
O konuya geleceğim ama bir konuya daha burnumu sokmadan geçemeyeceğim. Kıbrıs Gazetesi’nden Aytuğ Türkkan’a kollektif saldırıyı canım yanarak izliyorum. ‘El-Sen Başkanı Ahmet Tuğcu’nun, Başbakan Ünal Üstel’i darp ettiği şeklindeki haberin gerçeği yansıtmadığı…’ falan filan. Haber yanlış bir haber olabilir, abartı olabilir, patron istemiş olabilir, gazete yanıltılmış da olabilir.
Tuğcu bu konuda hakkı ihlal edildiğini düşünürse mahkemeye gider, “Hakkımda yalan haber yazıldı” diye polise dahi başvurabilir. Ama o; gazetecilerin, aldıkları maaş ve çocuklarının kursaklarından geçen helal ya da haram para meselesine daldı. Bu konuda ayıp edilmiş. Özür gerekli hale gelmiş.
Tuğcu’nun bir üslup sorunu olduğunu görüyorum.
Kuvvetle muhtemel o gün Teknecik’teki itiş kakışın darp olarak değerlendirilmesinde üslup da çok etkili oldu.
Bu arada eskiden dağarcığıma kattığım bir bilgiyi de paylaşayım. Bir zamanlar bir darp olayı önümde cereyan ettiği için neyin darp sayıldığını neyin sayılmadığını öğrenmiş oldum. Olay polise intikal edince ifademe başvurulmuştu. İfade verirken meraklı gazeteci edasıyla sorduğum sorulardan, teknik darp diye bir şeyin varlığını öğrendim. Uzaktan bile birisine vurmak için tehdit eder edasıyla elinizi kaldırıp sallarsanız bu hareket teknik darp sayılır ve darp etmek ile aynı kategoride değerlendiriliyormuş meğer. Yani karşıdan gelen birine elinizi kaldırıp, “Seni döverim” derseniz, o da şikayetçi olursa, yandınız.
Tuğcu, Üstel’i darp etti demiyorum. Ama Tuğcu ya da diğer öfkeyle hak aramayı gelenek haline getiren sendikacı dostlara bu bilgi yararlı olabilir diye paylaşıyorum.
Gelelim ‘Kıb-Tek’in özerkliği’ adlı uzun havaya.
Özerklik demek, kendi kendini yönetmesidir. Öyle diyor.
Kıb-Tek’i kim yönetiyor? Hükümet, yani siyaset. İktidardaki kimse, o kurumu yönetiyor.
Peki Kıb-Tek’te özerklik sağlanırsa ve kendi kendini yönetmesi ile ilgili düzenleme gelirse, bu sefer siyasi iktidar değil, sendikal iktidar yönetmeyecek mi? Yoksa başka bir yönetim şekli mi düşünüyorsunuz? Merak ediyorum özerk derken, yöneticiler yargıç atanır gibi mi atanacak, yoksa personel sendika seçimi gibi bir seçimle mi yöneticiyi belirleyecek? Liyakati kim sorgulayacak? Görevden alma nasıl olacak? Kim alacak, kim atayacak?
Var mı bu sorulara yanıt ya da bu yönde yapılmış bir çalışma? Öneri nedir? Getirin bakalım. Üzerinde tartışalım. Tartışılsın.
Ha maksat özerklik falan değil de, sendika idare etsin kimse de karışmasın ise onu da anlayalım.
Ha bu özerklik kavgası kılığına girmiş siyasi kavgaysa da bizi meşgul etmeyin. Çekemem.