Hafta sonu Paris Olimpiyatları ile meşgul oldum biraz. İlk kez stat içinde değil de dışında yapılan tören geçidinde ülkelerin geçişini bir bir izledim. Her ülke büyüklüğüne, dahi doğrusu olimpiyatlara gönderdiği sporcu sayısına uygun büyüklükte teknelerle geçide katıldı.
İsa’nın Son Akşam Yemeğini, Drag Queen’lerle resmetmesi tepkilere neden olduysa da, tören muhteşemdi. Zaten çılgın bir tiyatro yönetimine işi vermişler ve verdikleri talimat da, “Çok konuşulsun” olmuş.
Sorulunca da, Fransız bayrağı üzerindeki renkleri işaret ediyorlar: Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik.
Gerçi benim konum o değil diyecektim ama tam da konumuz o galiba.
Sen Nehri üzerinden geçen teknelerde bazıları tek, bazıları birkaç sporcuyla temsil edilen ülkeler arasında yemin ederim adını hiç duymadığım ülkeler var.
Timor-Lieste diye bir ülke duydunuz mu mesela. Biraz karıştırınca Doğu Timor olarak bilindiğini ve Doğu Batı olarak ayrılan bir ada olduğunu anladım. Batı, Endonezya’ya bağlı, doğru ise bağımsız bir cumhuriyet. 2000’de ayrı devlet olarak tanınmış. Bizimkini andıran bir hikayesi var okuduğum kadarıyla ama buradan Wikipedia Gazeteciliği yapıyor konumuna düşmemek için detay yazmıyorum.
Sadece Doğu Timor değil, Çin Taipesi var mesela... Tayvan aslında. Ama Çin Taipei’si diyorlar uluslararası organizasyonlarda. Onların işi de karışık…
Nauro diye olimpiyatlara sporcu gönderen bir ülke var. Buradan yazamam ama Türkçe argoda insan vücudunun yine argoda ifade ediliş biçimi ile bir organı kadar bir ülke. Bu ülke bir süre Birleşmiş Milletler’in koruması altında kalmış. Sonra da bağımsız olmuş. Olimpiyatlara da sporcu göndermiş.
Togo’su var Tongo’su var, Congo’su var ayrıca Congo Demokratik Cumhuriyeti var. Var oğlu var. Savaş nedeniyle ülkesini lastik botla terk etmek zorunda kalan ülkesiz sporcular bile yarışıyor.
Peki biz?
Buse Savaşkan’ın Türkiye Milli Takımı’nda yarışıyor olmasıyla ilgili nankörlük yapıyor değilim ancak Kuzey Kıbrıs olarak yarışamaz mıydı? Anladığım kadarıyla bu olimpiyatçılar FİFA’dan falan biraz daha esnek. Halden anlıyorlar sanki. Biz ne yaptık bugüne kadar bu işlerle ilgili. Milli Olimpiyat Komitemiz, bir ara formül bulmak ve Kıbrıslı Türk sporcuların olimpiyat hedefine kilitlenmelerini sağlayacak bir girişim yapamaz mıydı? Bıkmadan usanmadan, uğraş veremez miydi?
KKTC Milli Olimpiyat Komitesi Paris Olimpiyatları ile ilgili tek bir açıklama yapmak yerine Buse Savaşkan’ı kutlamakla yetindi sadece. Halbuki Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin Lozan’daki merkezinde yatıp kalkması gerekirdi kanımca. “İşte bir sporcumuz var. Geçmişte de vardı. Sizin yüzünüzden genç sporcularımız Olimpiyat hedefi koyamadığı için sporcularımız politik nedenlerden dolayı kendilerini geliştiremiyorlar. Olimpik ruha aykırı davranıyorsunuz” diye argüman geliştirmek ve kavga vermek gerekmez mi?
Ha eğer, KKTC Milli Olimpiyat Komitesi, Başbakan’a, Cumhurbaşkanı’na gidip, spor ambargoları ile ilgili şikâyet etmek, sonra da basın ayrıldıktan sonra parti meselelerini tartışmak için varsa, ona diyecek bir şey bulamam.
Bu arada Buse’ye en içten başarı dilerim. Birçok sporcu gibi onun direnip, gençlik trenini kaçırmasını isteyemezdik. Buse başardı ama bizim olimpiyatsızlığımız devam ediyor.