İngiltere’de sosyal haklarımız tümden riskte

İngiltere’de sosyal haklarımız tümden riskte

FARUK ESKİOĞLU / LONDRA - İngiltere'de İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kazanılan sosyal haklar ABD-Avrupa arasındaki güvenlik işbirliğinde sıkıntı yaşanması durumunda yukarıdaki başlık gündeme gelebilir. ABD Başkanı Donald Trump'ın Avrupa ülkelerini NATO'ya katkılarının yetersiz olduğunu belirterek bu işbirliğini masaya yatırması AB ve İngiltere'deki hükümetleri kaygılandırmaya yetti. Havada kara bulutları gören Avrupa ülkeleri savunma bütçesini hiç olmadığı kadar artırmaya yöneldi.

Uzman görüşlerine göre ilk kez Avrupa, kendi güvenliği için Türkiye'ye de el uzatmak zorunda kalabilir. Türkiye'de genel görüş ise Türkiye Avrupa'nın kapısında bekçi olmanın yanı sıra Avrupa'nın sofrasının da ortağı olunmalı. Bugünlerde Türkiye Tv kanallarındaki her şeye maydonoz yorumcuların yatıp kalkıp tartıştığı konu bu.

Asıl konumuza dönersek, Britanya'da sosyal haklarımızın kısıntı kesinlerine karşı mücadelemizin de yeni bir evreye girmek üzere olduğu ve bütün hakları külliyen kaybetme riskinin doğduğudur.

İstatistiklere göre; Avrupa, dünya nüfusunun yüzde 5'i, dünya GSMH'sının (yani ekonomisinin) yüzde 25'i ve sosyal harcamaların yüzde 50'sini oluşturuyor. Avrupa bu sosyal refahını, Trump'ın dediği gibi “ölü yatırım” sayılan (üstelik teknolojisi çabuk eskiyen) savaş sanayi yerine ülkeleri zenginleştirecek sanayi harcamalarıyla sağladı. Avrupa dışındaki ülkelere pahalı teknolojik ürünler satıp yok pahasına aldığı ham maddelerle zenginliğine zenginlik kattı. Avrupa'nın egemen sınıfları 1945 sonrasında ülkelerini sosyalizm riskinden korumak için de kendi işçi sınıfının baskılarına boyun eğip zenginliklerinin bir kısmını sosyal haklara ayırmak zorunda kalmış ve işçi sınıfının gücünü yitirdiği dönemde de kısıntı ve kesintilerle geri almaya başlamıştı. Ve geldik bu güne...

Peki "ABD Başkanı Avrupa krizini neden çıkardı?" sorusuna yine siyasi yorumcuların ortak yanıtı şöyle: "ABD, Rusya ile ilişkileri geliştirerek Çin'den uzaklaşmasını sağlamak istiyor. Çin'e karşı çatışmasız bir üstünlük sağlamak için de güvenlik harcamalarında kendi oranını düşürebilmek için Avrupa'nın payını yükseltmek ve ithalatta vergileri artırarak kendi ekonomisine gaz vermeyi amaçlıyor. Tabii bu hassas bir denge. Kantarın topuzu kaçarsa Avrupa'yı Çin'e kaptırma riski de var. Sözün özü iki büyük dünya savaşı arifesinde olduğu gibi yine emperyalizmin dünyayı yeniden tasarlama sancılarına tanık oluyoruz.

Trump'ın bu yeni denge planı, stratejik ortak Birleşik Krallık ile AB ülkelerini silkeledi denilebilir. NATO silah gücünün yalnızca 3/10'unu elinde tutan Avrupa'nın ulusal güvenlik konusunda kendi göbeğini kesmesi öyle kolay görünmüyor. Avrupa basınına göre ABD-Avrupa arasındaki kriz aşılamazsa İngiltereli Avrupa'nın Rusya'ya karşı dengeli bir savunma gücü koruması yılları alacak, savunmada kaynak yaratmaları da "zurnanın zırt dediği" nokta sayılıyor. Ayrıca ABD aradan çekildiğinde İngiltere ve Fransa'nın elindeki toplum nükleer başlıklar Rusya'nın elindekilerin sadece 10'da biri dolayında. Diyelim ki İngiltere ve Avrupa hükümetleri "vurun abalıya" diyerek emeklilik de dahil bütün  sosyal hakları gaspederek silahlanmaya kaynak yarattılar. Yine de olmuyor çünkü caydırıcı güç nükleer başlıklar konusunda çuvallıyorlar. Avrupa'nın yapay zekada ABD ve Çin rekabetinde nal topladığını da not etmek gerekir.

Yalnızca Birleşik Krallık'ın Ukrayna desteğinin bizim elektrik/gaz faturalarını ikiye katladığını düşünürsek, savunma harcamalarında çıtanın birazcık yükseltilmesi bile sosyal hakların külliyen katli ve toplumsal barışın sarsılması anlamına gelecek.

Öte yandan GSMH'nin belli bir oranından fazlasını savunma sanayiye yatırılması ise ekonomiyi tümden felç edebilir. İşte bu nedenle Avrupa ülkelerinin ölüyü diriyi geçtikten sonra gözlerini bizim sosyal haklara dikmesi hiç de sürpriz sayılmayacak. İşin bu noktaya geleceğini öngören Trump ve “yapmacık zeka” Elon Musk'ın Avrupa'daki faşist partileri ve otoriterleşmeyi desteklemesinin bir nedeni de silahlanmanın önünü açma, haliyle özgürlükler ve sosyal hakların rafa kaldırılmasına zemin hazırlama planı olarak yorumlanabilir.

Dünya yeni bir düzene evrilirken bize de "yükselen faşist dalgayı püskürtmek, barışı savunmak ve sosyal haklarımızı korumak" düşüyor. "Örgütlü mücadeleye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var" denilebilir. Her ne kadar Birleşik Krallık kendisini dışında görse de Avrupalılar olarak sosyal haklarımızı korumakta başarılı olursak, iktidara yalnızca "dünya barışını koruma" seçeneğini bırakmış olacağız. Yoksa delilerin kuyuya attığı taşı çıkarmaya çalışacağız...