Bizim Türkiye'de karıştırılan bir göç olgusu var: Göçmenlere karşı olmak ve hükümetin göç politikası olmasını savunmak. Türkiye nüfusunun neredeyse onda biri göçmen. Türkiye'nin artan nüfusuna yetmeyen yetersiz kaynakları göçmenlerle paylaşınca, zaten var olan hayat pahalılığı ve yeterince sosyal hizmete ulaşamama gibi sorunlar da kronikleşerek büyüyor. Haliyle ırkçıların palazlanmasına da ortam yaratılıyor. Oysa Türkiye başka ülkelerin göç politikasını uygulamak yerine kendi kaynaklarını tartıp biçerek bir göç politikasını saptasa ve bu zorunlu politikada halkı da ikna da sorun çıkmayayabilir. "Ayrıca arı kovanına çomağı sokan ülkeler kaçışan arılardan sorumlu olmalı" değil mi? Neyse işin içinde başka politik manevralar var. Neyse işin bu yanıyla kafanızı şişirmeyeyim.
Dikkat ettiniz mi göçmenlere "kaçak" yerine "düzensiz" diyorlar artık? İkisi arasındaki fark çok az. Bir ülkede yasal oturma iznini yitiren ya da vize süresini geçirenlere "kaçak" deniliyor genellikle. Yasadışı yollarla gelip yasal ya da yasadışı kalanlar "düzensiz" göçmen oluyor. Dünyada hiç kimse kaçak değildir. Savaştan kaçıp canını korumak isteyene "kaçak" demek ahlaki değil. Savaş mağdurlarına bütün ülkeler, milli gelirleri oranında sahip çıkmalıdır. Tabii önce göçe neden olan savaşın tarafları elini taşın altına sokmalıdır.
Göçün nedeni yalnız savaşlar değil artık. Günümüzde göç nedenleri arasına iklim krizinin neden olduğu felaketler de eklendi. Araştırmalara göre iklim değişikliğinin bu etkileri en çok yaşlı, engelli, çocuk, kadın ve yoksul halkı çok daha vuruyormuş. BM Uluslararası Göç Örgütü (IOM), dünya genelinde 281 milyon uluslararası göçmen olduğunu, yerinden edilenlerin 117 milyona ulaştığını açıkladı. Bu rakam gerçekten kaygı verici. Göçmenler yaşadıkları toprakta ancak dünya barışıyla tutabiliriz. Göç konusunda üniversitelerde kürsüler kurulmaya, pek çok araştırma ve kuramlar ortaya atılmaya başladı ama hepsinin göçe karşı çözümde ortak paydası: Barış...
AB ülkelerinin yanı sıra İngiltere de çok sıkı bir göçmen politikası izliyor. Göçmenlerin değil, kendi ekonomisinin ihtiyacı kadar göçmeni ülkeye kabul ediyor. Brexit'teki ana tartışma göç karşıtlığı değil miydi? Ya Muhafazakarların mültecileri Ruanda'ya gönderme gibi saçma sapan planına ne demeli?
İngiltere ekonomisi göçmen emeğine muhtaç. Yaşlanan nüfusun emeklilik maaşlarını rahat ödeyecek, sürdürülebilir dinamik bir ekonomiye ihtiyaç var. İyi haber Ulusal İstatistik Ofisi'nden (ONS) geldi. Buna göre Britanya'da göç kaynaklı son yarım asrın en büyük nüfus artışı sağlanmış. Öte yandan ONS'ye göre bilgilerin derlendiği 1971'den bu yana 1.6 milyon göçmenin ülkeye çalışma vizesiyle geldiğini açıkladı. Ayrıca Ukrayna başta olmak üzere çeşitli savaş bölgelerinden 75 binden fazla savaş mağduruna da oturma izni verilmiş, 40 bine yakın mülteci de küçük tekne ve şişme botlarla denizden ülkeye girmeyi başarmış.
Türkiye ile benzer nüfusta fakat 4 katı milli gelire sahip, ayrıca Ortadoğu ve Afganistan'daki savaşın tarafı olan İngiltere sadece 75 artı 45, toplamda 120 bin savaş mağduruna kapı aralarken Türkiye 10 milyonu bulan göçmene "welcome" demiş. İşte bu nedenle başlıktaki sorunun yanıtı "Göçmen düşmanlığına düşmeden, iktidarlardan ciddi bir göçmen politikası istemeliyiz" diyorum! İngiltere de ise tam tersine kapının göçmenlere açılmasını istemek doğru bir tavır olmalı sanırım.
Neyse dostlar Türkiye'nin kendisi de her zaman mülteci üretmiş bir ülke. Türkiye’den İngiltere’ye 1980’lerin sonu, 90’lar hatta 2000’lerde gelen mültecilerin dramları umarım bir gün anlatılır. Ben bu köşede 80’lerin sonu ve 90’ların başında Türkiye’den İngiltere'ye gelen ve ülkede kalabilmek için yaptığı eylemlerde yanarak yaşamlarını yitiren Şiho İyigüven ve Turan Peköz ile 2005’te Campsfield House Detention Center’de kendisini asarak yaşamına son verdiği açıklanan Ramazan Kumluca’yı anmak istiyorum. Bu üç mülteci yaşamlarını yitirseler de Birleşik Krallık İçişleri Bakanlığı’nın mülteci politikasında kendisine çeki düzen vermesi ve sıkı mülteci uygulamasını yumuşattığını da belirtmeliyim.
Dünyanın savaş gibi, iklim krizi gibi, sömürü gibi kronikleşen dertleri arasına artık göçmenlik krizi de var. Onun için Ukrayna'da, Ortadoğu'da ve dünyanın bütün sancılı bölgelerinde "barış!" diyoruz. Hani siyasilerin zekası barışa yetmiyorsa yapayını kullanın ve hemen barışı getirin diyoruz. Başka bir çözüm yok çünkü.