Boğaz’da bölük komutanı olarak görev yapan, 20 Temmuz Barış Harekatı’nda Türkiye’den gelen askerleri karşılayan öncü birlikte yer alan Emekli Binbaşı Çetin Serez, “İmkan yoktu ama direnme vardı. Biz bu uğurda gençliğimizi verdik. KKTC’yi yaşatmamız gerek” dedi.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ordusunda görev yapan, 1976’da Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın kurulmasında yer alan, TMT Mücahitler Derneği genel başkan yardımcılığı görevini yürüten Emekli Binbaşı Serez, 20 Temmuz 1974’ün 49’uncu yıl dönümünde anılarını Türk Ajansı-Kıbrıs’a (TAK) anlattı.
LİMASOL’DAN ANKARA’YA
1941’de Limasol’da doğan, eğitimini burada tamamlayan Serez, Ankara Harap Okulu’ndan mezun oldu.
Askerliği meslek olarak seçmesinde babasının polis olmasının da etkisi olduğunu söyleyen Çetin Serez, o yıllardaki durumu şöyle anlattı:
“1958’de, biz lise son sınıftayken elimize birer sopa verirlerdi, gece nöbet tutardık. Korku o zamanlarda da vardı. TMT’nin temeli de o dönemde atıldı ama önce Volkan kuruldu. Volkan’ın açılımı ‘Var Olmak Lazımsa Kan Akıtmamak Niye’ydi…”
Ankara’dan geldikten sonra Kıbrıs ordusunda göreve başladığını da söyleyen Serez, o günlere dair şunları söyledi:
“Bir şeyler olacağını hissediyorduk, mutlu değildik…1963 bitmeden bir süre önce birkaç arkadaş sinemadan çıktık, 2-3 araba önümüzü kesti, silahlı Rumlar… Fırsat bulup dağıldık ve Mağusa kapısından bu yana geçebildik. Bu gibi olaylar birkaç defa tekrarlandı. Makarios’un kurdurduğu bazı kuruluşlar Türkleri sindirmek için ellerinden geleni yapıyordu.
Larnaka yolunda İngilizlerden kalma bir tesis vardı, orası orduya verilmişti. Nöbetçi amir olduğum 21 Aralık akşamı bir Rum teğmen nöbeti değişmek istedi, ‘Çok hadiseler olacak, sen iyi bir adamsın, arkadaşlarını topla, buradan git’ dedi… Birkaç Land Rover ayarladım ve oradan gittik. O gün olaylar başladı. Korkunç bir hal... Halk bu şekilde bir durum görmedi. Her yanda bir keşmekeşlik.”
22 Aralık’ı 23 Aralık’a bağlayan gece Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Fazıl Küçük’ün ofisinde nöbet tuttuklarını belirten Serez, şunları da anlattı:
“Sabaha yakın ateş etmeye başladılar. Biz 5 asker… 3’er de mermimiz var. Bende de tek tabanca. Birer el ateş edin’ dedim. 5 mermiyi atan sen misin? Yaylım ateşi sabaha kadar sürdü. Yüzbaşına bilgi verirdim saat başı. Ateş etmeye başladıklarında telefonu aldım, ‘Burası Atalassa polis merkezi’ dedi karşıdaki, istediğim numarayı söyledim, küfredip kapattı. O vakit irtibat kesildi. Sabaha yakın ateş durdu, sessizlik oldu. Barikata gelen eski bir arabayı durdurdum, bir Kıbrıslı Türkü ve yanındaki hamile kadını, Güney bölgesine geçmemelerini, güvenli olmadığını söyleyerek döndürdüm. Özay’dı adamın adı, kadını bırakıp geri barikattan geçmiş… Hala kayıp listesindedir adı…
Sessizliğin arkasından makineli tüfeklerle öyle bir yaylım ateşi başladı ki…İki mermimiz var…Ne yapmamam gerek diye düşündüm. Arabaya bindik, gidelim…Arabanın motoru soğuktan çalışmadı. O gece öyle bir soğuk vardı ki aklınız durur, donduk… İttiler askerler arabayı, çalıştırdık, tamponu devirip çıktık… Bir baktım Rüstem Kitabevi’nin kaldırımında makineli tüfekle bir Rum yatır, şarjörü taktı, ateş eder ama isabet etmedi. Köşklüçiftlik bölgesinde bizim barikata geldik… Bizim arkadaşlara ‘bu taraftan gelen kimsenin gözünün yaşına bakma’ demişler, brenin başında durur biri. Durur ama ateş edemedi. Motoru vardı, arkamıza düştü, önümüzü kesti … ‘az kalsın öldürecektim sizi…’ dedi…”
LEFKOŞA’DAN MESARYA KÖYLERİNE DESTEK
Köylülere ve mücahide destek için Mesarya bölgesine gönderildiklerini de anlatan Serez, şunları paylaştı:
“25-30 kişi kadar kişiyi Hamitköy’de topladılar. ‘Köylere hem silah götüreceksiniz hem de personeli eğiteceksiniz’ dediler. Rum baskısı altındaki Mesarya köylerinde silah çok azdı. Çamurlar içinde bata çıka Meriç’e (Mora) ulaştık. Köylü ayaktaydı. Çok sevindiler, moral buldular bizi görünce. Oradan köylere bölündük. Bir aya yakın süre orada kaldık, eğitim verdik. Rum köylerine haber de salındı ‘Eğer Türk köylerinden birine taarruz ederseniz, iki mislini yapacağız’ diye. Oralara dokunmadılar. Götürdüğümüz silahları orada bırakarak felaket bir yağmurda Hamitköy’e döndük. Bekar olduğumuz için Saray Hotel’de misafir ettiler bizi, duş aldık, başka elbise de yok, çamurlu kıyafetleri tekrar giydik. Aynı gün emir geldi, Gönyeli’de toplandık ve Boğaz’a gönderildik. Sancak kuruldu. 11 yıl burada görev yaptım. Gıda sıfır, kıyafet sıfır, teçhizat sıfır, su sıkıntılı. Durumumuz buydu. İmkan yoktu ama direnme vardı… Rum çok uğraştı ama olmadı, St. Hilarion kalesini almış olsalardı Kıbrıs’ın durumu değişirdi…”
“MÜCAHİT HAVADA UÇAR GİBİYDİ”
Emekli Binbaşı Çetin Serez, 20 Temmuz Harekatı öncesinde yaşananları ise şöyle hatırladı:
“Boğaz’da iki bölüğün komutanıydım. Gece yarısından sonra sancaktar bizi çağırdı. ‘Gazanız mübarek olsun, yarın saat 05.00’de çıkarma başlayacak’ dedi. Sual yok… Bir de zarf verdi elimize… Karargaha gittim, 04.00’te personeli kaldırdım. 05.20’de iki jet alçaktan süzülerek bombardımana başladı. Gökyüzünde bir gürültü koptu. F100’ler vardı o zaman… Helikopterler arı gibi üzerimizden Pınarbaşı (Kırnı) Havaalanına doğru gidiyor. Nakliye uçaklarını gördüm, paraşütçüleri atıyorlardı…
Mücahit havada uçar gibiydi. İlk defa görüyorlardı kamuflajlı asker… Çelik başlık, silahlar… G3 piyade tüfeğiydi… Bizim silahlar ikinci dünya harbinden kalmaydı. Churchill zamanından…
Ben öncü birlik olarak onları karşılamakla görevliydim. Cemal Paşa’yı çok iyi tanırdım. ‘Çetin hedefimiz St Hilarion’ dedi. Doğru Yol’u gösterdim.
Rumlar Dikmen’den Boğaz’a havan ve top atışına başladı. Hiç ara verilmedi. Sancaktar beni telsizle aradı. Karargaha gittim. ‘Pınarbaşı (Kırnı) Havaalanına git, oraya top indirildi, askere yardımcı ol’ dedi… Kırnı’daki Havaalanı asker kaynıyor. Çakıl taşlarından ve eski asfaltlardan söküp iki-iki buçuk kilometrelik pist yapmıştı mücahitler oraya… Uçaklar da hep orda.
Herkes mevzi kazar, siper alır. Kıbrıslı bir üsteğmen buldum tesadüfen.. İki asker verdi yanıma. Birinci topun yanına gittim, istikamet verdik. Bir bombardıman başladı. Aldığım yere bıraktık o iki askeri. 500 metre gitmeden infilak hissettim arkamda. Dönüp baktım, ikisi de yerde. Biri o anda şehit oldu, diğeri dua eder. Helikoptere aldılar ama yetişemediler, o da şehit oldu.”
YÜZBAŞI YALÇIN KIZILÇULLU NERDE?
Ertesi gün yine komutanı tarafından çağrıldığını, bu kez haber alınamayan yüzbaşı Yalçın Kızılçullu’yu bulmasının istendiğini, bölüğü yardımcısına devredip Lefkoşa’ya gittiğini söyleyen Serez, şöyle devam etti:
“Her tarafı gezdik, yüzbaşını bulamadık. Eşi ağlıyor. Bir hasta bakıcıdan yardım istedim. ‘Yer yok diye birkaç kişiyi tavandaki barakaya koydular’ dedi. Çıkıp baktım, yüzbaşını Yalçın ağır yaralı olarak orada bulduk… Karısı görünce düşüp bayıldı. Boğaz’a getirdik. Helikopterle GATA’ya gönderdik yüzbaşını. 1976’da Güvenlik Kuvvetleri kuruldu. Biz ilk kurucu subaylarındayız. İhsan Bey tabur komutanı olarak gelirdi. Ziyaretine gittim. Sarıldık. Kızlara beni gösteri, ‘amcanızın elini öpün hayatımı ona borçluyum’ dedi.”
1. HİLARİON ŞEHİTLERİ
St. Hilarion’da 24 şehit verildiğini, o şehitlerin Boğaz Şehitliği’ne defnedilebilmesinde kendisinin de bulunduğunu anlatan Serez, şunları da anlattı:
“Rumlar baskın şekilde taarruz yaptı. Doğru Yol baskına uğradı. Sabah uçurumdan buldular şehitleri. Bölük komutanı bu şehitleri yamaçlarda bir yere gömdürdü. Harekât bitti. Birlikler yayıldı. Komutan onların Boğaz Şehitliğine gömülmesi için emir verdi. Ben de gönüllü oldum. Yaklaşık 1 ay sonra oradan çıkarıp Boğaz Şehitliği’ne gömdük şehitleri.”
İkinci Harekât’ta da Boğaz’da olduğunu anlatan Çetin Serez, şunları söyledi:
“Boğaz’a iki tank taburu çıktı. Sıralandılar... İkinci harekât için emir geldi. Sabah bir ezan sesi yükseldi. Asker Boğaz’da namaz kıldı. 40 bin asker… İkinci hareket Mağusa ve Lefke istikametine gerçekleşti. Ben helikopterle Mağusa harekatına katıldım. Mesarya ovalarını görürdüm yukardan. Gelincik tarlası gibi aşağısı… Koşuşmalar… Mağusa’da, Rum futbol sahasına indik helikopterle… Anlatılacak çok şey var.”
“KKTC’Yİ YAŞATMAMIZ GEREK”
“Milli mücadele uğruna gençliğimizi verdik” diyen Serez, sözlerini şöyle tamamladı:
“KKTC’yi TMT kurdu. Bu cumhuriyeti biz kurduk. KKTC kurulduğu gece binbaşı olarak nöbetçi amirdim, karargâha telefonlar yağardı. ‘Lefkoşa’da bir şey oluyor’ diye… Biz federasyonu asla kabul etmiyoruz. Bu cumhuriyet yıkılırsa işimiz biter. KKTC’yi yaşatmamız gerek.”