Gerçekten usandım. Gerçekten iyice sıkıldım. Doğrusunu isterseniz utanmaya da başladım. ‘Utanıyorum Ama Gazeteciyim’ kitabı vardı Doğan Tiliç’in.... Sonra rahmetli Ahmet Kekeç, ‘Gazeteciyim Ama Tedavi Görüyorum’ adlı bir kitap yazmıştı.
Gerçek gazeteciliği tedavisi. O tutkudan, o aşktan kurtulma şansınız yok! Kendi namıma çok denedim olmadı.
Ama utanç... Meslek adına utanç... Bol miktarda artık. Önüne gelenin kendisine gazeteci demesinden ve ondan sonra da bürünmeye çalıştığı kimlik ile yarattıkları rezaletlerden utanıyorum artık. Aynı kategoride değerlendirilmekten, aynı basın toplantılarına davet edilmekten utanıyorum. Onlar utanmadan gelip başköşelere kuruluyorlar ama.
Gazetecilik kuralları, gazetecilik meslek etiği, meslek onuru, hepsi ayaklar altında ne yazık ki.
Neden? Çünkü biz gazeteciler mesleğine sahip çıkmaya çekiniyoruz. Utanıyor muyuz? Yoksa korkuyor muyuz bilemedim.
Hadi doktor olmayan, doktorluk yapmaya kalksın. Tabipleri Birliği dünyayı başlarına yıkar. Bir klinik açmak ve bir beyaz önlük ile stetoskop edinmek zor bir şey mi? Değil. Ama Tabipler Birliği mesleklerine dışarından birisi gelip, mesleklerini icra etmeye başlasa cehennemin kapılarını açar.
Hadi mimarlık yapalım. İyi bir bilgisayar, bir autocad, biraz da yapay zeka... Alın size mimari proje. Zor mu? Değil. Peki Mimarlar Odası dünyayı dar etmez mi? Eder. Hem de en alasından.
Aşağılamak için söylemiyorum. Diyetisyenler bile bu konuda eğitim almamış ve üye olmayan kişilerin diyet listesi yazmasının önüne geçmek için mücadele veriyor. Çok da iyi yapıyor. Berberler Birliği üye olmayın bakalım dükkan açabiliyor musunuz?
Rehberlik mesleği yetisine sahip değilseniz ve boyunuza astığınız ‘Bu kişi rehberdir’ kimliğine sahip değilseniz rehberlik yapabiliyor musunuz? Ya da Seyahat Acenteleri Birliği’ne üye değilseniz tur düzenleyebilir misiniz?
Gelelim gazetecilik mesleğine.
Tabirimi bağışlayın, ya da bağışlamayın umurumda değil, ipini koparan gazetecilik yapıyorum diye ortaya düşüyor. Yalan yanlış bilgilerle bir popülarite kazanıyor, onu yaparken de hem mesleği katlediyor, hem de toplumun zehirlenmesine neden oluyor.
Zehirlenmek derken çok ağır bir ifade kullandığımı biliyorum ama izah edeyim. İnsan nefes alırken, etrafındaki havanın güvenli olduğunu düşünerek akciğerine doldurur. Eğer birisi bulunduğu ortama sarin gazı bırakırsa, insan onu da hava sanarak teneffüs eder ve zehirlenerek ölür. Şimdi de enformasyon alanına çakma gazeteci ve çakma gazetelerle bırakılan bilgiler, toplumun enformasyon zehirlenmesine yol açıyor. Bu kadar basit!
Topluma ne verirseniz onu alır. İnsana zehirli üzüm verirseniz onu yer ve ölür. Topluma zehirli bilgi verirseniz başka şekillerde de olsa ölür.
Bu zehirli bilgilerin verilmesini siyasetçiler çok sever. Çakma gazetecileri besleyenler de onlardır zaten. Bilmiyorlar ki ayarlarını bozdukları kantarın bir gün kendilerini en acımasızca tartacağını. Düşünmüyorlar ki yarattıkları ve besleyip kontrol altında tuttukları canavarlıkların bir gün kontrolden çıkıp onları yutacağını.
Bu kavgayı sadece ve sadece biz gerçek gazeteciler vereceğiz. Vermek zorundayız.
Yoksa çakma gazetelerin, çakma gazetecilerinin yarattığı enformasyon zehirlenmesi hepimizi öldürecek!