21-25 Aralık Kanlı Noel’in Derin İzleri

Bireylerin hayatını tehdit eden olaylar, kimi zaman bütün bir toplum için de geçerli olabilir. 21-25 Aralık haftası, Kıbrıs Türk toplumunun hafızasına büyük bir travma olarak kazınmıştır.

Paramiliter ve yasa dışı Rum güçlerince 21 Aralık 1963 tarihinde önce Tahtakale’de Kıbrıslı Türklere karşı başlayan saldırılar, Ayvasıl, Kumsal, Küçük Kaymaklı, Larnaka ve Tuzla’ya da sıçramıştı; şiddet eylemleri sonucunda toplumlar arası etnik çatışmalar patlak vermiş ve birçok Kıbrıslı Türk hayatını kaybetmiş, köylerini boşaltmak ve göç etmek zorunda kalmıştı.

21 Aralık gününden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı!

 1963 kanlı olayları, bugün dahi bizleri hala etkileyen derin izler bırakmıştır.

Kolektif travmaya dönüşen 21 Aralık olaylarının sonucunda Kıbrıslı Türklerin yaşadığı korku, öfke, haksızlık ve güvensizlik gibi duygular az ya da çok bugüne kadar aktarılmış ve birtakım siyasal sonuçlar da doğurmuştur.

Bir Rum polisinin iki Kıbrıslı Türkü öldürmesine öfkelenen Kıbrıslı Türk kalabalığın karşılık vermesi, toplumlar arası etnik çatışmaya dönüşmüştür.

Mart 1964’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde alınan 186 sayılı karar, esas itibarıyla etnik çatışmaya dönüşen saldırıların bir sonucuydu.

 Bugün Rumların yönetimindeki devletin tek başına “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanınması; Kıbrıs sorununun toplumlararası müzakereler yoluyla çözülmesinin öngörülmesi, 21 Aralık konjonktürünün bir mirası olarak hayatımızı hala etkilemektedir.

Şiddet olayları karşısında Kıbrıslı Türklerin yaşadıkları korku ve güvensizlik sonucunda, toplumsal çekilme eğilimleri ağır basmış ve artık Türkler ile Rumların bir arada yaşayamayacakları inancı o dönemde yayılmıştı. O nedenledir ki önce 1964’de Genel Komite yönetimi ile başlayan Kıbrıslı Türklerin ayrı yönetimi,  KKTC olgusuna kadar gelmiştir.

Nitekim Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik olarak bugüne kadar ortaya atılan gerek federasyon gerekse iki devletlilik tezlerinde, geçmişten gelen korku ve güvensizlik duygularının etkileri belirgindir.

Keza ortaya çıkacak muhtemel bir çözümde, Kıbrıslı Türklerin, Türkiye’nin garantörlüğündeki veya Türk askerinin adadaki varlığı konusundaki ısrarında, 21 Aralık acı deneyimlerinin rolü büyüktür.

21-25 Aralık neden “Milli Mücadele ve Şehitler Haftası” olarak anılmaktadır?

Kıbrıslı Türkler 21 Aralıktan itibaren birçok kayıplar verdi; canlarını, mallarını, siyasal statülerini kaybettiler..O nedenle 21-25 Aralık, Kıbrıslı Türklerin kolektif hafızasında bir acı, yıkım ve mücadele günü olarak anılmaktadır.

60 yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen yaşadığımız travmaları iyileştiremedik!

Peki, 1963 travmasının üstesinden nasıl gelebiliriz?

Psikolojik açıdan bakıldığında, bu travmatik olayları anarak ve ritüele çevirerek, aslında duygularımızı bastırmak yerine kabul etmiş ve grup içi dayanışmayı sağlamış olduk.

Dolayısıyla bu günü anmamak veya yok saymak, travmayı ortadan kaldırmaz, tam tersine bastırarak daha patolojik bir hal almasına hizmet eder. Ancak bugün dahi bizi etkileyen 1963 travmasının üstesinden gelebilmek için, travmaya yol açanlar tarafındanda kabul edilmesi ve özür dilenmesi gerekir. Başka bir ifadeyle, Kıbrıs Rum liderliğinin resmi düzeyde Kıbrıslı Türklerin 1963 yılında çektikleri acıları kabul ettiğini ve bundan üzüntü duyduğunu bildirmesi beklenirdi.

Böylesi bir özür bildirisi, gerçek anlamda uzlaşı ve barışın önündeki politik-psikolojik eşiğin aşılmasına da katkı sağlayabilir. 1968 yılından bu yana toplumlar arası müzakerelerde bir uzlaşıya varılamamış olması bir rastlantı değildir. Zira her iki toplum lideri, temsil ettikleri toplumlarının duygusal bagajını da omuzlarında taşımaktadır.

Oysa geçmişe ait kolektif travmaların üstesinden gelip barışın inşası için dünyadaki siyasal liderlerin gerek tek taraflı gerekse ikili özür bildirilerinin birçok örneği bulunmaktadır:

Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand ve Almanya Başbakanı Helmut Kohl’un 1984 yılında, Japonya Başbakanı Keizō Obuchi ve Güney Kore Cumhurbaşkanı Kim Dae-jung’un 1998’deki, Avustralya Başbakanı John Howard ve Endonezya Cumhurbaşkanı Susilo Bambang Yudhoyono’nun 2005’deki, Polonya Cumhurbaşkanı Bronisław Komorowski ve Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un 2011’deki karşılıklı özür ve barış bildirileri;

1970'te Almanya Başbakanı Willy Brandt'ın Yahudilerden, 2008’de gerek Kanada Başbakanı Stephen Harper’in gerekse Avustralya Başbakanı Kevin Rudd’un yerli halklardan, 2011’de dönemin Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Dersim Olayları için devlet adına tek taraflı olarak özür dilemesi gibi liste daha da uzatılabilir.

 Kıbrıs’taki toplum liderlerinin de 1963 ve 1974 acılarını karşılıklı olarak tanıyıp üzgün olduklarını resmi olarak bildirmeleri, gerek travmaların aşılmasına gerekse barışın inşasına katkı sağlamaz mıydı?